Cumartesi, Ağustos 29, 2009

bir gün daha

daha dünden başladı bir gün daha sendromu. dünü cumartesi sanıp o doğrultuda mesaj attım. hesabımı ona göre yaptım ve ne yazık ki öğleye doğru gerçekle yüzleştim. o gün cumaydı. bir gün daha mı öyle yorgundum ki... sonra bu sabah telefonda konuşuyoruz:pazartesi dönüyorum... bir gün daha mı? ne zormuş meğer bir güncük. peki bugün cumartesi mi? eminim değil mi cumartesi? son bi kaç gündür nedense hep iki gün kaldı diye hissediyorum:) bugün de öyle... olsun bakalım bekliyorum:)

Perşembe, Ağustos 20, 2009

hafiflik

bir haftadır dünyanın yaşanılası kalmış nadir yerlerinden birindeydim benim için. babam orda olduğu için değil. orda nefes almayı sevdiğim için. herkes bir anlamda bencilmiş bunu öğrendim. insanın babası bile kendini çok düşünürmüş yeri gelince evladından. eksikliğini hissettiğim şeyler için hep sevilme ihtiyacı duyduguma inandım. hep kimseyi sevmediği gibi sevsin insanlar beni. sevgilim önceki sevgililerinden çok, dostum herkesten çok sevsin istedim. öyle olmadıgını bildim hep, karşılaştırma bile yapmam hata ama özlem işte... artık geçtim hepsinden. az biraz değerli olduğumu hissetiren kim varsa yanındaydım. ama bu bir haftalık yalnızlıktan sonra insanın bütün değerlerin kendi içinde saklı olduğunu kavradım.sevmek bende de sevilmek başkasında değilmiş. insan önce kendini sevmeliymiş. kendisi tarafından sevilmeliymiş. aşkın her halini kendisi yaşayabilirmiş.

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

yanlış zamanda yaşıyorum

bu zamanda yaşamak istemiyorum. bunu gözüme sokan o kadar çok şey var ki...elimde olsa çok yakın bir arkadaşımın da dediği gibi köyde hiçbir şeyden habersiz büyümek isterdim. o saflıkta kalmak az beklentili bir insan olmak. köydeki bir delikanlıya ölümüne aşık olmak. küçücük bir hayat sürüp mutlu ölmek isterdim. bugün çengelhandaki koç müzesini gezerken eski arabalara, motorsikletlere; ahşap çocuk arabalarına, oyuncaklarına bakarken öyle büyük bir pişmanlık duydum ki bu zamanda olduğuma. keşke ben de arkamda kalanlara o zamanlardan bakabilseydim. üzüldüm çok üzüldüm bu duruma. eski radyolar, daktilolar canımı o kadar çok yaktı ki. duramadım çıkalım burdan dedim.ağlamaktan korktum.şimdilerdeyse insanların kendine bile güveni kalmadı, hayata saygıları.evet kendimde bile görüyorum bunu hayata saygımız yok. var desek de yok bence o kadar çok günü geçip gönderiyoruz ki boş yere...

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

büyüdüm

uzun zamandır bir kitap alıp da elime kendimi kaptıramıyordum. bir kaç denemem oldu hem de çok isteyerek başlamıştım ama okuyamadım işte. bugün başka bir kitap almak için kitapçıya girdim ama"kiralık adam" diye bir kitap çekti dikkatimi.başta kapağı çekti gördüğünüz üzere.
merak edince alıyım bunu da okurum dedim. diğer kitabı sona bıraktım zevkini daha güzel çıkarırım değerini korusun diye ama Kiralık Adam'ı okudukça kitaba sımsıkı sarılmaya başladığımı hissettim hatta baktım bitmeye yaklaşıyor bir korku sardı içimi. huyumdur zevk aldığım, beğendiğim bir şey hayatımda öylece durmalı. her zaman sonuna yakın ama bitmeden öylece durmalı. o yıpransa da bu durumdan ben yıpransam da bitmesine izin vermem asla.iyi mi kötü bilemedim bu huyumu ama zararını görmedim değil.neyse anlatmak istediğimden uzaklaşıyorum. kitabı okudukça farkettim ki ben sorunlarımı biliyorum ve onları unutmak yokmuş gibi davranmaktan mutlu olmuyorum. aksine nedir ne değildir diye içine dışına bulanmak niyetindeyim. uzun olmasa da bir süredir kadın erkek ilişkisinde sorun yaşıyorum. bir türlü çözüm bulamadım. bu kitaptaki gidiş gelişler, sevse de canını acıtmalar, tartışınca kötü bir sonuç çıkmamasından sevinç duymalar...kadın erkek ilişkisinin asla dört dörtlük olmayacağını görmek sorunların çözümlerinin uzun sürebileceğini görmek beni sevindirdi.